29 Eylül 2010 Çarşamba

Buildist kapsamında Urban Age sunumları ve kitap tanıtımı

Urban Age Projects will be presented on Thursday September 30, 2010, within Buildist organization.

Merhaba,
Geçen yıl Kasım ayında gerçekleşen Urban Age konferansları kapsamında, İstanbul'da faaliyet gösteren ve kentsel tasarım alanında işlerle uğraşan 5 mimari ekibe proje hazırlama teklifi götürülmüştü. O ekiplerden biri de bizdik. Ekipler, İstanbul'a dair herhangi bir kentsel süreci dert edinerek kendi seçtikleri alanlara ve kentsel problemlere dair birer fikir projesi üretmişlerdi.


İşte o çalışmalar şimdi bir kitapta toplandı: BEŞ BAKIŞ / FIVE VISIONS adıyla... Ve kitabımız 30 Eylül 2010 perşembe günü saat 11:30-14:00 arası yapılacak panelle kamuoyuna tanıtılacak.

Bütün ilgilenenleri bekliyoruz.

10 Haziran 2010 Perşembe

fıçı ev



Kastamonu merkeze bağlı Dayılar Köyü'nde oturan 4 çocuk babası, 63 yaşındaki Ercan Sapmaz, yatay fıçı görünümündeki 5 metrelik ahşap ev yaptı.

Römörk sayesinde istenilen yere taşınabilen fıçı evde banyo, tuvalet, 2 yatak, masa ve sandalyeler bulunuyor. Sapmaz bir evde olması gereken her şeyin yer aldığı ‘fıçı evin' 45 günde tamamladığını, makineler kullanılarak otomosyona geçildiği takdirde 4 günde bitirilebileceğini söyledi. Kastamonu’da dağ ve doğa turizminin öncelikli olduğunu belirten Ercan Sapmaz, fıçı evin turizm alanında kullanılabileceğini, bunun yapımı için 4 bin 500 TL tutarında malzeme kullanıldığını bildirdi. ‘Fıçı ev'in el işçiliğiyle yaklaşık 1.5 ayda tamamlandığını ancak, makine ile birlikte 4 günde bitirebileceğini belirten Sapmaz, fıçı evin 5 metre uzunluğunda 2 metre 60 santim genişliğinde olduğunu söyledi. Turizm alanında konaklama amaçlı sabit veya römörk sayesinde seyyar olabildiğini belirten Ercan Sapmaz, istenildiği taktirde seri üretim yapabileceğini ekledi.


bu haberle ilgili videoyu da buradan izleyebilirsiniz.
http://www.haberler.com/video-haber/video.asp?id=2095569

8 Haziran 2010 Salı

Yine sel, yine altyapı sorunları: Kurbağalıdere taştı

Heavy rain, flooding, and a loss of life in Istanbul: The repeating story
Merhaba,
Kenti etkisi altına alan yoğun yağış yine bir felakete yol açtı: Sabah saatlerinden itibaren etkili olan yağış sonucu, İstanbul-Kadıköy'deki Kurbağalıdere taştı, ve bir belediye işçisi sel sularına kapılıp hayatını kaybetti.

İnsan gerçekten inanamıyor, nasıl hayatta kalıyorum acaba diye soruyor kendi kendine... Söylene söylene değerini yitirmiş bir konu var bu doğa felaketlerinin arkasında: Çarpık kentleşme. Derelerin akıp gideceği rotalara araç yolları inşa ediliyor, havzalarda yeni kapalı siteler yapılıyor ve "göl manzaralı villalar" olarak satışa çıkıyor.

Bakalım ne zaman vadilerimize ve havzalarımıza sahip çıkacağız?

27 Mayıs 2010 Perşembe

Ne Olacak Bu Kentsel Tasarım Yarışmalarının Hali?


Edirne’ye daha önce 2 kere gitmiştim, ikisi de aynı vesile ile, yarışma. Üçüncüsü ise aynı yarışmanın kolokyumuna, 24 Mart 2010da sonuç açıklandıktan tam 55 gün sonra. İlk 2 gidişimde Edirne’yi çok sevdim, ölçeği ve nitelikli mimari yapıları. 17 mayıs 2010 saat 08:15 te Şişhane’den Edirne’ye yola koyulduk. Edirne Ticaret ve Sanayi Odası’nda olacaktı kolokyum ancak biz yerini bilmiyorduk. Yoldayken telefonla Belediyeyi arayıp öğrendik. Saat 12 gibi önünden geçtik, daha vaktimiz vardı, ciğer yedik, badem ezmesi satın aldık. Saat 1:30 gibi binaya girdik, yeni yapılmış ve tam bitmemiş bir bina. 3. kata çıktık sergi için, durum kötüydü: Burası bir konferans salonuydu, zemini düz, yer halı kaplı ve sandalyeler belliki bu sergi için sırt sırta sıralanmıştı. Her sandalyeye belirli bir eğimle paftalar yaslanmış, yerde boş kalan alanlara ise maketler serpiştirilmişti. Takip etmesi çok zor, hangi proje nerede, hangisi kaçıncı eleme, bu maket bu projenin mi? Bir an kolokyumun burada olabileceği hissine kapıldık ama o kadar da olamaz dedik, değilmiş. Saat 14’e yaklaşınca kolokyumun yapılacağı çok daha küçük bir saloncuğa geçtik ancak aynı binada olmalarına karşın gitmemiz zor oldu zira bu oda binanın diğer kanadında idi. Bir görevli bizi kestirmeden götürdü yoksa dışarıdan dolanmak zorunda kalacaktık. Salona girdik, küçüktü ve dolmuştu zar zor oturacak yer bulabildik, bazı insanlar ayakta kaldı, bazıları ise yere oturdu. Selimiye Camii ve Çevresi Ulusal Kentsel Tasarım Proje Yarışması kolokyumu başlamıştı. Kolokyumu Edirne Mimarlar Odası Başkanı yürütüyordu. Jüri başkanı Zeynep Ahunbay kısa bir formalite konuşması yaptı. Jüri pek söz almak istemiyor gibiydi, direk sorulara geçildi. Kolokyumu yönlendiren ve içerik kazandıran jüriden çok katılımcılar oldu. Bu bir boşluğu doldurma girişimiydi. Jüri kendisi için ayrılan boşluğu dolduramamıştı sanki ve bu boşluk şartnamesinden soru-yanıtına ve seçimlerinden raporuna kadar takip edilebilirdi. Ortamın sorularla ara ara gerilmesi hem konunun ele alınışındaki felsefi yetersizlik hem de yapılan teknik hatalarla ilgiliydi. Bundan 30 yıl önce düzenlenmiş ve kentsel tasarım kavramının yarışmalarda ilk kez kullanıldığı örnek olan Eskişehir Fuar Alanı Kentsel Tasarım Yarışmasında söz etmenin bu süreç içerisinde katedilen mesafenin (geriye olması muhtemel) ortaya konması açısından önemli olduğunu düşündüğüm için jüriye bu yarışmanın raporunu okumasını önerdim. Bu öneri raporun teknik anlamda nasıl yazılması gerektiği ile ilgili olduğu kadar, çok boyutlu bir tasarım felsefesinin jüri tarafından nasıl ortaya konduğu ve bu yaklaşıma ilişkin seçimlerin nasıl rapor metni ile meşruiyet kazandığının anlaşılmasına yönelikti. Jürinin seçimlerin subjektivitesine dair yaptığı vurgu manidardı. Bu şu anlama gelmeliydi, biz seçtik oldu, başka jüri farklı bir seçim yapardı. Jürinin seçimlerinde kendi disiplininden gelen bilgi temelinde şekillenen bir rasyonel bakışa eklemlenmiş bir subjektivite olabilir ancak bu yapılan seçimin tamamen öznel olması anlamına gelmez. Eğer öyle olsaydı ne bilgiden ne de disiplinlerden söz edebilirdik. Bu açıkça şu anlama gelir, bizim yaptığımız seçimler eleştirilemez çünkü özneldir. Ben içimden bunları düşünürken kolokyum dönüp dolaşıp kazı meselesine kilitleniyordu. Kolokyumun yolu yer altına alma meselesine kilitlenmesi aslında katılımcı bir mimar arkadaşın da belirttiği gibi yarışmaya dair sayısız hatadan sadece birtanesi idi ve en göz önünde olanı olmasından ötürü sanki jürice yapılan tek yanlış bu imiş yanılgısına neden olmaktaydı. Halbuki jüri bu süreçte çok hata yapmıştı. Peki jüri ne tür yetersizlikler sergiledi çok çok kısa olarak özetlemeye çalışacağım.

1- Genel olarak bakıldığında jüri raporu çok geç bir tarihte yarışmanların eline geçti ve kolokyum neredeyse yarışma ilanından 2 ay sonra ve uygun olmayan koşullarda gerçekleştirildi.

2- İçerik olarak bakıldığında raporda jürinin herhangi bir tasarım yaklaşımı ortaya koymadığı, bunlara dair değerlendirme ölçüt ve kriterlerini ayrıca jüri raporunda belirtmediği, projeleri (55 proje teslim edildi) ikibuçuk gün gibi çok kısa bir sürede değerlendirdiği, neredeyse tüm projelerin 4e karşı 3 oyla seçildiği ve hiçbirisinde karşı oyların gerekçelerinin belirtilmediği ve ayrıca yazılan değerlendirme yazılarının yetersizliği ve tutarsızlığı açık olarak gözlenebilir.

3- Teknik olarak değerlendirildiğinde ise jüri 3. elemede elenen bazı projeleri ödül grubuna tekrar çıkararak açıkça yönetmelikleri ihlal etmiştir. Yönetmeliklere göre jüri son elemeye ödül grubu kadar proje bırakmakla yükümlüdür ancak bu jüri 4. elemeye 4 proje bırakmış (2 proje 4e karşı 3 oyla hatta) ve daha sonra 3.elemede elenen 4 projeyi tekrar ödül grubuna çıkarmıştır. Bu durum yarışmanın iptali ile sonuçlanabilir.

Edirne Yarışması Jüri Raporundan

Bu noktada 30 yıl önce düzenlenen Eskişehir yarışmasının jüri değerlendirme çalışmaları raporuna birkez daha bakmanın faydalı olduğunu görüyorum.

Batıda 1950lerin ortalarında kavram olarak hem teorik hem de pratik meşruiyetini kurmaya başlayan kentsel tasarım kavramının Türkiye ye 20 yıl kadar gecikmeli olarak geldiğini söylemek yanlış olmaz. Akademik olarak kavramın yerleşmesi bir uzmanlık eğitimi kapsamında lisans sonrası programı olarak 70lerin sonlarına denk gelir. Kavramın yarışma kurumuna girmesi ise akademik ortamlarda en yoğun tartışıldığı yıllara denk gelen ve yönetmeliklerde olmamasına karşın jurinin insiyatif kullanması ile 1980 de ilan edilen Eskişehir Fuarı yarışmasında gerçekleşir. Akademik ortamda filizlenmeye başlamış olan bir alan yarışmalar yolu ile de mevzi kazanmaya başlamıştır. Daha sonra kentsel tasarım kavramının yetersiz de olsa yönetmeliklere yerleştiğini görüyoruz. Eskişehir yarısmasının jurisi Mimar Sinan Üniversitesinde Şehircilik kürsüsünü 70 lerin sonlarında kuran mimar-plancı Mehmet Çubuk, 70 lerde sıkı bir yarışmacı olan mimar Ertun Hızıroğlu, mimar Orhan Tuncalp, 70 lerde Mimarlar Odası Ankara Şubesi başkanı olan Aydan Bulca ve mimar-plancı Özcan Altaban dan oluşuyor. Yarışmaya 43 proje gönderiliyor ve bunlardan 42 tanesi değerlendirmeye alınıyor. Juri 19-01-1981 ve 26-01-1981 tarihleri arasında yani 1 haftada değerlendirme çalışmalarını tamamlıyor ve bu süreci 59 sayfalık bir juri değerlendirme çalışmaları raporu olarak belgeliyor. Rapor Kentsel Tasarıma atıflar yaparak başlıyor ve yeni gelişmekte olan bu alanın yarışma yolu ile güçlendirilmeye ve meşru hale getirilmeye çalışıldığını ortaya koyuyor. Juri öncelikle değerlendirme ölçütlerinin nasıl saptandığı ve bu ölçütlerin neler olduğunu 5 madde halinde açıkça ortaya koyuyor. 1. elemede 1 proje, 2. elemenin ilk turunda 20 ikinci turunda ise 10 proje eleniyor. 3. elemede ise 2 proje oybirliği ile 1 proje ise 4 e karşı 1 oyla eleniyor. Bu turda 4 oya karşı 1 oyla elenen proje için tüm juri üyeleri teker teker kişisel raporlarını yazıyorlar. Oybirliği ile elenen 2 proje için ise ortak raporlar yazılıyor. Geriye kalan 8 projenin ise derece ve mansiyon değerlendirmesine geçilerek 3 mansiyon oybirliği ile belirleniyor ve proje raporları yazılıyor. Geriye kalan 5 projeden sadece 5. ödül 4 e karşı 1 oyla gerisi ise oybirliği ile belirleniyor ve 5. ödül için teker teker juri üyeleri kişisel raporlarını yazıyorlar. Rapor ayrıca jurinin değerlendirme sürecinde dikkate aldığı kriterlere dair tablolarla destekleniyor. Örneğin derece grubu için projelerin işlev alanları kıyaslama tablosu ve derecelendirmenin son aşamasıda kalan 3 projenin alan içi dolgu harfiyat dengesi açısından göreli kıyaslama tablosu gibi.

Tüm buraya kadar anlatılanlar 38 sayfa içerisinde yer alıyor. 39-49 sayfalar ise danışman juri üyelerinin projelerle ilgili kendi uzmanlık alanlarına ilişkin değerlendirmelerini içeriyor. Danışman jüri üyeleri şehircilik, peyzaj, mühendislik ve fuarcılık uzmanlarından oluşuyor. 50 ve 51. sayfalarda jürinin oylama cetvelleri her eleme için ayrı ayrı olmak üzere 3 tabloda veriliyor. 52-54. sayfalarda ise 1. ödül için jüri öneri raporu ve jüri başkanı Mehmet Çubuk ve bir danışman jürinin kişisel raporları yer alıyor. Daha sonra ise 3 tutanak halinde değerlendirme çalışmaları sonlandırılıyor.

1- Genel olarak değerlendirildiğinde jüri raporu gerek kullandığı dil gerekse konuyu ele alış biçimi olarak ciddi ve özellikli bir metindir.

2- Teknik açıdan değerlendirildiğinde jüri değerlendirme çalışmaları raporu yönetmeliklere tamamı ile uymaktadır.

3- İçerik olarak değerlendirildiğinde ise jürinin bir kentsel tasarım felsefesi olduğu ve bunu rapora gereken nicelik ve nitelikte aktarabildiği açık olarak görülmektedir. Bu anlamda 1981 yılında hazırlanmış olan jüri değerlendirme çalışmaları raporu oldukça doyurucu nitelikte, yetkin bir dili ve Kentsel Tasarım alanına dair misyonu ve söylemi olan bir dökümandır.

Bir ara kolokyum başkanı Devrim bey lütfen!” diye birkaç kez tekrarladı, ortamın gerildiğini o an anladım. Ama bu gerginlik suskunluktan yeğdi benim için ve söylemem gerekenleri söylemekten alıkoymadı. Edirne yarışması hem kentsel tasarım alanının hem de yarışma kültürünün nasıl giderek kötülediğini göstermesi açısından önemliydi bu anlamda bu süreçte katkısı olan herkese teşekkürü bir borç bilirim.

DEVRiM ÇiMEN – Mimar, Kentsel Tasarımcı

14 Aralık 2009 Pazartesi

Şehir Planlamasında Deneyimler -2 serisinin ikinci konuğu Sertaç Erten, tarih 17 Aralık 2009 Perşembe 17:30, yer MSGSÜ

The seminar on "City Planning Experiences" will be held in Mimar Sinan Fine Arts University on Thursday, 17 December, at 5:30 pm. And the speechmaker, Sertaç Erten, will speak about "Urban Design Competitions and her experiences as a city planner. You all welcome.


Şehir ve Bölge Planlama öğrencileriyle şehir plancılarının mesleki deneyimlerini buluşturmayı amaçlayan “Şehir Planlamasında Deneyimler” serisi Dr. Sertaç Erten’le devam ediyor. Özellikle Kentsel Tasarım alanında önemli bir birikim ve deneyim sahibi Erten’le gerçekleştirilecek söyleşiyi TMMOB Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi, öğrenci kulüplerinin destek ve katılımıyla organize ediyor.17 Aralık 2009 Perşembe günü saat 17:30’da başlayacak söyleşiye tüm Şehir ve Bölge Planlama öğrencilerinin yanı sıra, ilgili tüm öğrenci, öğretim üyesi ve mesleklektaşlarımızı bekliyoruz.

Dr. Sertaç Erten Kimdir?
1998 ODTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü mezun olan Dr. Sertaç Erten, aynı bölümde 6 yıl boyunca araştırma görevlisi olarak çalıştı ve temel tasarım stüdyosunun ve kentsel tasarım atölye dersinin öğretim görevlisi kadrosunda yer aldı. Kentsel Tasarım yüksek lisans eğitimi sırasında ilk yarışma deneyimi ile mansiyon ödülü aldıktan sonra yarışmalara katılmaya devam etti ve 20'nin üzerinde yarışma projesi üretim sürecinde yer aldı. Bu süreç içinde mimar, peyzaj mimarı, heykeltıraş, ressam, çevre mühendisi, kamu yönetimi uzmanı...gibi bir çok farklı disiplinle tanışma ve çalışma imkanı buldu. Profesyonel iş yaşamına 2006 yılında mimar ortağı Devrim Çimen ile birlikte kurdukları 8artı Mimarlık ve Kentsel Tasarım ile devam eden Erten'in yer aldığı yarışma ekipleri, iki birincilik (Diyarbakır Dicle Vadisi-2007 ile İzmir-Selçuk Pananos Plajı-2003), üçü ikincilik olmak üzere bugüne kadar toplam 13 ödül kazanmıştır.

13 Aralık 2009 Pazar

Lavabo tezgahı veya buzdolabı kapağı bir cephe malzemesi olabilir mi?

Nothing but the kitchen sink and the refrigerator door!


Evet olabilir... 2012 Architecten mimarlık ekibi, eski lavabo tezgahlarını yeniden değerlendirmek istemiş ve hurda diyebileceğimiz malzemeleri toplayıp bir araya getirmişler ve yukarıdaki ilginç cephe ortaya çıkmış. Son ürün de Gestalt teorisini hatırlatıyor bize: "Bir bütün, kendisini bir araya getiren parçaların toplamından fazlasıdır".
Bir de aşağıdaki örneğe bakalım: Bu örnek bizden, Türkiye'den. Bayburt'tan bir uygulama:


Bayburt'ta müstakil bir evde oturan Nabi Melekoğlu, sert geçen kış soğukları ile baş edemeyince, konutunun cephesini buzdolabı kapaklarıyla kaplamaya karar veriyor. Bu amaçla da, hurdacılardan tanesi 5 TL ye kapak toplamaya başlıyor. Toplam 350 kapakla cephe kaplama işini bitireceğini belirten Melekoğlu, buzdolabı sistemlerini de araştırıyor ve buzdolaplarının içinde bulunan ve soğuk hava muhafaza etmeyi sağlayan poliüretan malzemenin hurdacılar tarafından çıkarılarak çöpe atıldığını, fakat malzemenin geri dönüşümlü olmadığı için doğaya zarar verdiğini görüyor. Ve sıcağı geçirmeyen ve soğuk havayı da homojen olarak koruyan bu malzemeleri mantolama tekniği ile evinin dış cephesine uygulamaya karar veriyor.

29 Kasım 2009 Pazar

High Line'ın peyzaj detayları

Landscape details of High Line
2003 yılında yarışmaya çıkan ve Diller Scofidio + Renfro ekibinin kazandığı High Line demiryolu hattı kentsel tasarım projesinin ilk etabı, Haziran 2009'da halkın kullanımına açıldı. Bizim de geçen ay içinde bu alanı ziyaret etme fırsatımız oldu. Oldukça güneşli bir New York günü, herkesin merakla ve güneşten gözlerini kısa kısa gezindiği alanda, oldukça ince düşünülmüş ve çeşitlilikle sadeliği bir arada veren peyzaj detayları dikkatimizi çekti.
Manhattan'da Chelsea bölgesinde yer alan eski demiryolu hattı, 1930'larda çevredeki mezbahalara ve et depolama tesislerine hizmet vermek amacıyla inşa edilmiş (zaten bu bölgenin adı Meatpacking District olarak geçiyor). Fakat 1960'larda yapılan karayollarıyla beraber raylı sistemlerin mal taşımacılığında payı azalmış, bu hat da kullanım dışı kalmış. 1980'lerde iyice çöken semt, uyuşturucu, fuhuş gibi marjinal aktivitelerin merkezi haline gelirken, High Line hattının da üstünde kendiliğinden biten otlarla vahşi bir doğa oluşmaya başlamış. 1990'da canlanmaya başlayan bölgede High Line hattı, bir problem olarak ele alınırken ve hattın sahibi şirket de buranın yıkılmasını beklerken, büyük bir karşı-kamuoyu oluşmuş ve alan yarışmaya çıkarılmış.

Bugün High Line'ın en önemli ve ilgi çekici özelliği elbette vahşi peyzajının yaşatılma ve proje ile kavramsallaştırılma biçimi. Kendi kendine büyüyen otlar ve sarmaşıklar, köhnemiş demiryolu rayları, yani eklenmiş ahşap ve beton yer döşemeleri hepsi birleşmişler ve eskiyle yeninin bir araya gelerek bir anlam buldukları yeni bir kentsel kamusal alan tarif etmişler.

7 Ekim 2009 Çarşamba

Manhattan'ın Coğrafyası: 1609'dan 2009'a

The Mannahatta Project: New York 1609-2009 (Exploring the original ecology of the city)
National Geographic'in Eylül sayısında yer alan "Bir Zamanlar New York" dosyası, oldukça önemli bir ekolojik-kentsel coğrafya araştırmasını paylaşıyor okuyucuyla.... Yaban Hayatı Koruma Derneği'nden araştırmacı-ekoloji uzmanı Eric Sanderson, New York'un 400 yıl önceki doğal coğragfyasının nasıl olduğunun peşine düşmüş ve bu soruya gereken yanıtları da bulmuş!
"Tepeleri dozerle düzleştirilmeden, sulak alanları betonla kaplanmadan çok önce, Manhattan devasa kestane, meşe ve Amerikan ceviz ağaçlarıyla, tuzlu bataklıklarla ve hindi, Kanada geyiği ve Amerikan kara ayısı dolu çayırlarla kaplı olağanüstü bir doğal alandı" deniyor* Manhattan için.
Araştırma metodu, peyzaj ekolojisi diye adlandırılan bilimsel yaklaşıma dayanıyor. Bu yaklaşıma göre, farklı ekosistemler (sulak alanlar, orman arazileri, nihirler...vs.) biraraya gelerek bitki ve hayvanlar için farklı yaşam alanları meydana getiriyorlar. Bu amaçla önce tarihi haritalarla bugünkü toprak yapısına dair bilgiler çakıştırılmış, bir altlık harita oluşturulmuş. Daha sonra arazi çalışması yapılarak iklim, bitki örtüsü, rüzgar yönü gibi bilgiler de toplanmış, ve bütün bilgiler GIS ortamında bir altlıkta birleştirilmiş. Çıkan iki boyutlu GIS haritaları da, yukarıdaki örnek gibi 3-boyutlu ifade bulacak şekilde görselleştirilmiş.
Ve sonuçta oldukça etkileyici bir araştırma projesi çıkmış! Istanbul'u 1609'da düşünüyorum gözlerim kapalı....
Projenin detaylarına buradan ulaşabilirsiniz!
*kaynak: National Geographic Türkiye, Eylül 2009 sayısı.

2 Ekim 2009 Cuma

Arkitera'da "Topoğrafyayı yeniden düşünmek, vadileri geri kazanmak" çalışmamızla ilgili bir röportaj yayınlandı.

An interview with sekiz artı was published in www.arkitera.com

Geçtiğimiz haftalarda meydana gelen sel felaketi, hepimizi kentleşme pratiklerimiz ve yapılı çevre üretim biçimlerimiz ile ilgili tekrar düşünmeye sevketti...
Urban Age Konferanslar Dizisi'nin İstanbul'da yapılacak olan bu yılki toplantısında (4-6 Kasım 2009) bizim sunacağımız proje de, yapılı çevreleri oluştururken kentin coğrafyasını önemli bir planlama ve tasarım verisi olarak ele almamız gerektiğini anlatan bir çalışma olarak değerlendirilebilir.

arkitera.com bu bağlamda bizimle bir söyleşi gerçekleştirdi, söyleşinin detaylarına buradan ulaşabilirsiniz.

10 Eylül 2009 Perşembe

İstanbul'da sel: Doğa olayı mı, kent topoğrafyasına karşı kentleşmenin bir sonucu mu?

Heavy rains flood in Istanbul: A natural disaster or a result of non-topographic urbanization?
Bu sene sonbahar güzel ve zamanında geldi deyip 1 Eylül'de başlayan tatlı yağmurlara sevinçle bakarken, birdenbire inanılmaz bir felaketle karşı karşıya kaldık: 1 gün içinde yağan şiddetli yağmurla birlikte bir çok insan sele kapılarak hayatlarını yitirdiler. Hem de şehrin merkezinde.
Selin gerçekleştiği yerlere baktığımızda, oldukça ilginç noktalar gözümüze çarpıyor: Bu alanlar, İstanbul'un en önemli su toplama havzalarının beslediği yüzey suyu akış rotalarında bulunuyor. Bunun yanısıra, bu alanların daha kuzeyinde kalan bölgelerde son 10 yılda ciddi yapılaşma gerçekleşmiş, dolayısıyla yüzey sularının yeraltında karışma noktaları güneylere inmiş. Yeni yerleşim alanları için inşa edilen karayolları ve diğer altyapılar da düşünüldüğünde, yüzey sularının doğal eğimleri içinde engellerle karşılaştıkları görülüyor (Altta gösterdiğimiz şemada, sele maruz kalan alanlar sarı noktalarla, havza barajları maviyle, su havzaları su toplama bölgeleri de noktalı çizgiyle anlatılıyor).
Dolayısıyla, yaşadığımız bu felaketi sadece küresel ısınma, artan kuraklık ve aşırı yağış rejimleriyle açıklamak mümkün değil. İstanbul'un kendine has çok hareketli bir topoğrafyası var. Fakat kentsel gelişme, içinde su havzalarını, tepeleri, rüzgar koridorlarını, vadileri barındıran, hareketiyle dinamizmiyle bir çok başka metropolden kenti ayıran topoğrafyayla kavga halinde her zaman...
Kentin vadilerini algılamak, bu vadileri kentte açık alan aktiviteleri ve sosyal donatı alanları için kullanmak, havzalarını korumak, gelecek yıllarda karşımıza çıkacak kuraklık-aşırı yağış durumlarına karşı tedbir için belki yeni su toplama havzalarına sahip olmak... Coğrafi geleceğimiz bu ilkeleri yaratabildiğimiz uygulayabildiğimiz sürece sağlıklı bir altyapıda ilerleyecektir.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Berlin Duvarı gerçekten yıkıldı mı?

Has Berlin Wall really fallen down?
2009 mayısında gerçekleşen Berlin gezimiz beni şu duyguya sevketti. Acaba Berlin Duvarı gerçekten yıkıldı mı? 1961-1989 yılları arasında fiziki bir unsur olarak kent yaşantısındaki yerini alan Duvar 1989dan günümüze yıkıldıktan! sonra farklı biçim ve bağlamlarda ağırlıklı olarak zihinsel alanda yeniden inşa ediliyor. Geçenlerde Berlin turizm müdürünün Türkiye’ye geldiğini ve Berlinde Duvarsız! 20. yıl kutlamaları ile ilgili etkinliklerde bulunduğunu okudum. Bunun ne kadar ironik bir durum olduğu açık. Kimliğinin önemli bir parçasını Duvar üzerinden yeniden oluşturan bir kentin, ondan kurtulmuş ya da kurtulmak istermiş gibi bir hava içinde olmasını garipsedim doğrusu.

Berlin Duvarının 1961 de yapılmaya (rivayete göre bir günde) ve 1989 yılında da görkemli bir biçimde yıkılmaya başlandığını biliyoruz. Duvar 46 km. uzunluğunda idi, hala aynı uzunlukta. Bazan hiç yok, bazan bilgi panolarında, bazan yerde bir iz olarak bırakılmış, bazan hediyelik eşya olarak, bazan bilinçli olarak dokunulmamış, bazan ise bilinçli olarak dokunulmuş. Sözün kısası Duvar farklı biçimlerde gerek fiziksel gerekse zihinsel varlığı ile Berlin kentinin genel yaşantısı içerisinde yeniden üretilmekte.

Hiçbir durumun katışıksız olmadığı gerçeğini bir kenarda tutarak Duvarın bahsettiğim yeniden inşasını analiz ederken soyut olandan somut olana doğru bir sıra takip etmeyi tercih ediyorum.

Hemen hemen tüm Berlin haritalarında Duvarın rotası işlenmiş durumda. Kenti gezerken ister istemez bu bilgiyi de bir girdi olarak hafızanıza kaydediyorsunuz ve geziniz boyunca bir hayalet gibi size eşlik ediyor. Bu aslında Duvarın zihinde yeniden inşasının başlangıç noktasını oluşturuyor. Anlatacağım diğer varolma biçimleri bunu izliyor.

Bilgilendirme panoları mekansal olanla tarihsel olanın çakıştığı noktalarda yer alıyor. Yazılı ve görsel malzemenin yardımı ile Duvarın yeniden inşası sürecindeki yerini alıyor. Alanda fiziki bir iz kalmamış olsa bile bunu yeniden üretebiliyor.Berlin sokaklarında ilerlerken gerek yolun gerekse kaldırımın kaplamasında bir malzeme farklılaşması dikkatinizi çekiyor. Yeteri kadar meraklı biri iseniz bu izi bir süre takip ettiğinizde bunun Duvarın izi olduğunu farkediyorsunuz ve bir hat üzerinde aynen bir bıçak gibi kentsel bağlamı kesiyor. Bunun farkedilmesinden sonra zihinsel bir zincir başlıyor ve o alandaki tüm bakışınız bu bilgi üzerinden kuruluyor.

Gündelik yaşantımızda çokta anlam ifade etmeyecek herhangi bir duvardan kopmuş herhangi bir beton parçası Berlin söz konusu olduğunda başka bir anlama bürünüyor. Duvarın farklı ebat, biçim ve renkteki parçaları hediyelik eşya dükkanlarının vitrinlerini süslüyor. Duvar, parçaları ile farklı coğrafyalara bizler tarafından taşınarak bir bitkinin üremesine benzer bir biçimde kendini çoğaltıyor.

Bazı yerlerde Duvar rastlantı eseri karşınıza çıkıveriyor, aslında en samimi ilişkinizi bu Duvarla kuruyor gibisiniz çünkü Duvar sadece fiziki olarak orada duruyor, üzerine insan yapımı bir düşünce bulaşmamış gibi. Sanki o zaman Duvarın gerçek imgesine yaklaşmış olduğunuzu hissediyorsunuz. Burada gerçek Duvar olarak tanımladığım şey basitçe bir ifade ile onun salt somut varlığı.

Bazı zamanlarda Duvar bir nesne olarak kentsel mekânda bekletiliyor ve vitrine çıkacağı zamanı bekliyor. Aslında bu bekleme esnasında yeni bir durumu da oluşturuyor birer mezar taşı gibi rasyonel bir biçimde istiflenmiş olarak.
Duvarın en uzun ve sürekli olarak karşımıza çıkma biçimine graffiti sanatı eşlik ediyor. Duvar yaklaşık 1 kilometre boyunca neredeyse kesintisiz olarak sürüyor ve fiziki olarak en heybetli halini sergiliyor. Ancak Duvar bu sefer de bir duvar olmaktan çok bir tuvale donüşmüş oluyor. Duvarın somut varlığı farklı bir durum tarafından faydalanılan bir gerçeklik halini alıyor.

Bir önceki durum ile ilintili olarak diğer bir varoluş biçimi ise boş tuval olma hatta resmedilme halinin bir gösteriye dönüşmesi. Bu tablo! bizi az önce gördüğümüz hali yeniden düşünmeye sevk ediyor ve durumu farklı bir bağlama oturtma şansını yakalıyoruz. Tasarlanmamış ve kendiliğinden gibi duran Duvarın bu varoluşunun aslında öyle olmadığı gerçeği.



Bir başka yerde Duvar bir kentsel tasarım yarışmasına konu oluyor. Bu proje hem Duvarın ve onun kentsel mekandaki varlığının yeniden ele alınması hem de önerilecek bir yapı ile tekrardan üretilmesini öngöruyor. Bina bir Info binası, Duvarın yer aldığı yolun hemen karşısında konumlanıyor ve şu aralar inşa edilmekte.


Aslında tüm bu düşünceleri tekrar gözden geçirince Duvarla kurulan ilişkinin şizofrenik bir varoluşa neden olduğu izlenimine kapılıyorum. Sürekli farklı bir biçimde tekrar tekrar üretilen bir Şey. Ve şu soruyu sormak zorunda kalıyorum: Acaba Duvar 1961-1989 arasında mı daha fazla var idi, yoksa şimdi mi? Üstelik duvarsızlık halinin bu derece fetişleştirilmesine karşın.


26 Mayıs 2009 Salı

HafenCity: Hamburg'ta doğan yeni kent

Hamburg, a shipping industry city for centuries, has been witnessing a large-scale urban regeneration project in the ex-industrial areas. The project area is called HafenCity, covering a 150 hectare area with a projection of 2 million m2 gross floor space will be built, and a new urban life is created in the south part of the city.

Hamburg, 1100 lü yıllardan beri liman ticareti ile gelişmiş ve bu yolla zenginleşmiş bir kent. Denizaşırı malların taşınması, depolanması, ticaretinin yapılması gibi aktiviteler için özelleşmiş Sandtorhafen bölgesinin inşası da 1860 lı yıllara dayanıyor. 2. Dünya Savaşıyla tamamen yıkılan bölgenin ancak bir kısmı tekrar inşa ediliyor. Bunun nedeni de,  "konteynır" ın 1956'da icadı ve bina içi mal depolamadan açık alanda konteynerlarda malları depolamaya geçişin gerçekleşmesi. 1980'lerle birlikte kentte endüstrinin önem kaybetmesi, bu açık alanlarda mal depolama işlevlerinin giderek azalmasına neden oluyor. 1997'de kent senatosu toplanıyor ve bu büyük ama işlevini yitirmiş liman alanlarında HafenCity adı verilen yeni bir kentsel alanın yaratılmasına karar veriyor.

Bu ölçekte ve büyük parçalar halinde inşa edilen kentsel bir alanın sosyal olarak yaşaması için de mekansal stratejiler kurgulanmış. Bunlarda en önemlisi elbette Filarmoni Binası (Philharmonic Hall). Herzog&de Meuron tarafından tasarlanan yapı, sadece bir konser salonu değil. İçinde konut, alışveriş, ofis gibi farklı işlevleri de barındırıyor. "Bilbao effect" örneği olacağı beklenen yapının her yıl yüzbinlerce turisti de çekmesi planlanıyor. Bina şu an inşaat aşamasında, alttaki tuğla kütle ortaya çıkmış (ki zaten eski bir depo yapısıymış), üst şeffaf parçanın da yakın zamanda bitmesi planlanıyor.
      
HafenCity'de sadece bu binanın teknolojisini anlatan bir kiosk da tasarlanmış. Konser salonu bölümündeki akustik çalışmaların keçe-giysili model insanlar kullanılarak yapılmış olduğunu anlatan çalışmaları görmek mümkün.

17 Nisan 2009 Cuma

"Urban Age": 5 Genç Ofis İstanbul için Proje Üretiyor

"Urban Age" Conference will be held in Istanbul in November 2009, and 5 young architectural offices are chosen to think about the current socio-spatial problems of the city and propose triggering projects for the problematic areas.
2005'ten beri düzenlenen ve her yıl farklı bir kentin ev sahipliği yaptığı Urban Age Konferansı bu yıl 4-6 Kasım 2009 tarihlerinde İstanbul'da düzenleniyor. Deutsche Bank ve LSE (London School of Economics) in yürütücülüğünü yaptığı bir alt etkinlik kapsamında da, İstanbul'dan seçilmiş 5 genç mimarlık ofisinin belli kentsel problemlere odaklanmaları ve bu problemler üzerinde fikir üreterek projeler sunmaları bekleniyor.
Seçilen ofislerden biri de sekiz artı.
Çalışmalar başladı. Her ofis bir proje konusu belirleyecek ama bu süreç etkileşimli olarak ilerleyecek. Bu bağlamda, ofisler sürekli olarak kendi aralarında toplantılar düzenleyip proje konularının oluşması için tartışmalar yapacaklar.
Hepimize kolay gelsin!

15 Nisan 2009 Çarşamba

BDA (Bund Deutscher Architekten) bu yıl İstanbul'da

BDA (German Architecture Association) Excursion will be in Istanbul this year, and sekiz artı is invited to give a lecture on the urban development of Istanbul for the last 30 years.

Almanya Mimarlar Odası her yıl geleneksel olarak yaptığı kent gezileri kapsamında bu yıl İstanbul'a geliyor. Bu gezi boyunca kentin farklı alanlarını gezme fırsatı bulacak ekip, daha önce temasa geçilen mimarlık ve şehircilik ofisleriyle de bilgi alışverişi yapma imkanı bulacak.
sekiz artı olarak biz de İstanbul'un son 30 yıllık kentsel gelişme hikayesi üzerine bir konuşma ve yazılı metin hazırladık, 22 Nisan akşamı konuyla ilgili bir sunuş yapacağız. Şimdiden "hoşgeldiniz" diyoruz meslektaşlarımıza.

10 Nisan 2009 Cuma

Taş Ocakları Öğrenci Projelerine Bağlam Olur mu?

Quarrays as sites for student projects: Istanbul Technical University 2nd year studio (group of Assist. Dr. Mine Özkar) focuses on these gigantic voids and thinks on the site...

Yukarıdaki proje Ethem Aybar'a ait.
İTÜ Mimarlık 2. sınıf kapsamında Yrd. Doç. Dr. Mine Özkar'ın yürütücülüğünü yaptığı öğrenci grubu, bu dönem Kemerburgaz'daki taş ocaklarını arazi olarak seçti. sekiz artı da misafir olarak jürilere katıldı ve grubun deneyimlerini paylaştı. Proje ekibinin anahtar kelimeleri şöyle: 
boş/dolu, bozma/yapma, çıkarma/ekleme, yerleştirme, doğal/ yapay/ bozuk çevre
Büyük oyuklar, artık gölet olmuş su birikintileri ve kamyonların malzeme taşıması için oluşturulmuş dev terasların yarattığı dramatik kot farkları, taş ocaklarının mekansal karakterini oluşturuyorlar. Bu anlamda çok zengin bir coğrafi bağlam sunan alanda çalışan öğrenci arkadaşlarımıza başarılar diliyoruz!

3 Nisan 2009 Cuma

Kengo Kuma İstanbul'daydı: "Nesneye Karşı"


Kengo Kuma was in Istanbul: "Against Object"
Yapı Endüstri Merkezi ve Mimarlar Odası'nın davetlisi olarak 1 Nisan'da İstanbul'a gelen dünyaca ünlü Japon mimar Kengo Kuma, yapılarında kullandığı malzemeler ve kendisi için mimari objenin anlamı üzerine bir konuşma yaptı. Bambu, kerpiç gibi geleneksel malzemeleri mimari yaklaşımı içinde nasıl kullandığının örneklerini veren Kuma, mimari bir yapının objeleşmesi değil, çevreyi anlatacak en iyi pencereyi, açıyı ve açıklıkları bulup çıkararak doğayla özdeşleşmesinin arayışı içinde olduğunu vurguladı. Konuşmanın detaylarına buradanulaşabilirsiniz.

17 Şubat 2009 Salı

Yerel Yönetimler Sempozyumu YTÜ'de

Local Governments Symposium
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi tarafından düzenlenen Yerel Yönetimler Sempozyumu, 6-7 Şubat tarihlerinde Yıldız Teknik Üniversitesi Oditoryumunda gerçekleştirildi.
İlk oturumda söz alan Ali Müfit Gürtuna ve Nurettin Sözen’in konuşmalarında üstünde durdukları dikkat çekici konularaburadan ulaşabilirsiniz.

13 Ocak 2009 Salı

Konferans: Hans Ulrich Obrist

Lecture: Hans Ulrich Obrist
"Disiplinlerötesi" Konferans Dizisi kapsamında yürütülen etkinliğin cumartesi (10 Ocak) günkü konuğu Hans Ulrich Obrist idi.garajistanbul'daki etkinlikte Obrist, disiplinler üstü çalışma ve yeni kurumsallaşma biçimleri üzerine bir konuşma yaptı. Bu konuşmada ön plana çıkan en önemli konu şuydu:
- Yeni müze anlayışı ve yeni zaman-mekan kurgusu: Büyük müze mekanları yerine küçük mekanlara sıkıştırılmış geniş zamanlar.
Bu kurguyu, Londra-Hyde Park'taki Serpentine Gallery'de gerçekleştirilen mimari ve sanatsal buluşma organizasyonlarından bahsederek örnekledi. 2000 yılından beri yapılan etkinlikler, 2008 yılından itibaren Frank Gehry'nin tasarladığı Serpentine Pavilion'da yapılmaya başlanmış. Bu mekanda kamuya açık ve "Interview marathons" adını verdiği uzun soluklu ve kesintisiz etkinlikler gerçekleştirilmiş. Durağan izleyici-izlenen ilişkisinden çok interaktif bir atmosfer yakalanmaya çalışılmış. Mimarlık ve sanat dünyasından insanlar davet edilmiş ve farklı konular ele alınmış. Gece sohbetleri, performanslar, film gösterimlerinin yanısıra, "Manifestolar" gibi tematik konular üzerinde de etkinlikler gerçekleştirilmiş.

28 Aralık 2008 Pazar

Sarıkamış Harekatı Anma Alanları Fikir Yarışması'nda 2.lik ödülü aldık.

We won the 2nd prize in Sarıkamış War Memorial Areas and Sculptures Competition.


Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1914 yılında gerçekleşen Sarıkamış Harekatı'nda donarak hayatlarını kaybeden şehitleri anmak için bir kentsel tasarım yarışması açtı. Yarışmada, mimarlık, şehircilik, peyzaj mimarlığı ve heykel disiplinlerinden kişilerin bir araya gelerek ekip oluşturmaları ve bu bağlamda şehitler için anma parkı, tören alanı, harekat tanıtım merkezi ile ilçede halihazırda yapılan kar festivali için bir festival çayırı düzenlemesi yapmaları beklendi.
Yarışmada, "0nbinlerce askerin donarak şehit düştüğü coğrafya: Sarıkamış" teması üzerine kurguladığımız heykel grubu ve çevre düzenlemesi ile projemiz 2.lik ödülü aldı.
Bu coğrafyayı ve ölen askerleri simgeleyen heykel grubumuz, boyları 8 metre ile 3 metre arası değişen ve bir araya geldiklerinde topografik bir rölyef oluşturan bronz çubuklardan oluşuyor. Tören sonrası heykelin arkasındaki karanfil duvarına yönelen ziyaretçiler, bu duvara karanfiller asarak duvarı kırmızıya dönüştürüyor.
Ardından, askerlerin Allahüekber Dağları'nda soğukla başbaşa kalarak yaşadıkları yalnızlık duygusunu anımsatmak için ziyaretçiler incecik patikalarla alana dağılıyorlar ve uzun yürüyüşler yapıyorlar. Yürüyüş sonunda onları bir asker figürü, bir meşale ve bir kaç bronz çubuk bekliyor.
Yarışmaya katılan diğer tüm ekipleri kutluyoruz.


21 Aralık 2008 Pazar

Bursa-Uludağ Yarışması'nda 5. mansiyon ödülünü kazandık.

We won the 5th mention in Bursa-Uludağ National Park Urban Design Competition.




1961 yılında milli park ilan edilen Uludağ, bugün aşırı ve düzensiz ziyaretçi baskısına maruz kalmakta, kaçak yapılaşma, su kirliliği, katı atık sorunu, turistik ve rekreatif faaliyetlerde çeşitlilik eksikliği...vb. sorunlarla savaşmak durumunda kalmakta...


Çevre ve Orman Bakanlığı, bu tür sorunlara çözüm önerileri geliştirilmesi ve özellikle Oteller Bölgesi'nde ihtiyaç duyulan mekansal düzenlemelerin yapılabilmesi için ulusal ve tek aşamalı bir yarışma açtı.

Yarışma, geçtiğimiz günlerde sonuçlandı, yarışma kolokyumu ve ödül töreni de 20 Aralık 2008 tarihinde Bursa'da yapıldı. Projemizle 5. mansiyon ödülünü aldık. Ödül alan diğer tüm ekipleri de kutluyoruz.




1 Aralık 2008 Pazartesi

07.11.2008 32. Dünya Şehircilik Kolokyumu

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin ev sahipliği yaptığı bu yılki şehircilik kolokyumunun teması, "Kentsel Yeniden Yapılanma" idi.
Biz de 2007 yılında birincilik ödülü alarak uygulamasını yapmaya başladığımız Diyarbakır Dicle Vadisi projesi üzerine kısa bir sunuş gerçekleştirdik. 8 farklı alt başlık belirlenmişti, biz sunuşumuzu "Doğal alanların yeniden yapılanması" alt başlığının işlendiği oturumda yaptık.

6 Kasım 2008 Perşembe

22.10.2008 YTÜ'de 1. sınıf öğrencilerine sunuş


YTÜ Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Görevlilerinden Dr. Ayşegül Özbakır'ın davetiyle 1. sınıf öğrencierine bir sunuş gerçekleştirdik.

"Grafik düşünme ve düşünceyi ifade etme" üzerine kurduğumuz sunuş ve söyleşide, öğrencilerle çeşitli projele aşamalarımızdan örnekleri paylaştık.

14 Kasım 2007 Çarşamba

04.11.2007 31. Dünya Şehircilik Kolokyumu

2007 yılında ODTÜ'nün ev sahipliği yaptığı kolokyumda davetli konuşmacı olarak bir sunuş yaptık.

Sunuşumuzda, disiplinlerarası proje deneyimlerimizi aktarmaya çalıştık. Özellikle şehirci-mimar-peyzaj mimarı üçlüsünün birlikte bir kentsel tasarım projesi çıkarması süreci üzerinde durduk.


2007 Kolokyum kitapçığından sunuşumuzun yazılı dökümüne ulaşabilirsiniz.

6 Ekim 2007 Cumartesi

dörtyüzsaniye etkinlikleri

sekiz artı ekibi olarak, dörtyüzsaniye'nin bu yılki etkinliklerinde StudioLive'da sunuş yaptık.

Etkinliğin en önemli özelliği, davet edilen her ekibin sunacağı projeyi veya konuyu dört yüz saniye yani yaklaşık 7 dakika içinde anlatması zorunluluğuydu. Oldukça zor bir egzersizdi!

 

blogger templates 3 columns | Make Money Online